Hayat koşuşturmacasında birçok insanla kesişiyor yolumuz. Bazen sadece birbirimizle tanış oluyoruz, bazense birbirimizin tüm hayatının şahidi. Kimiyle bir merhabadan öteye gitmezken tanışıklığımız, kimine yüreğimizde saklı sızıları anlatırken buluyoruz kendimizi. Coğrafyanın kader olduğu kadar yolumuza çıkan her insan da kaderimizin bir parçası aslında. Hiçbir buluşma tesadüf değil, hiçbir karşılaşma boşa değil.
Yoluma çıkan insanları düşünüyorum. En çok sevdiklerim beni, düşüncelerimi, hislerimi anladığını düşündüğüm kişilerden ibaret. Anlaşıldığımız yerde varlığımız anlam kazanıyor çünkü. Dinlendiğimiz yerde kalbimizde saklı inciler dökülüyor bir bir. Yüzeysellikten sıyrılıp koyu bir muhabbetin kucağında huzur buluyoruz böylelikle. Sıradan bir dinleme değil bahsettiğim. Muhatabımızın gözüyle, kulağıyla, kalbiyle karşımızda olduğu bir dinleme hali. Orada olmaktan mutlu olduğunu bize hissettiren bir dinleme biçimi.
Dinleniyor olmanın, anlaşılıyor olmanın kendimizi değerli hissettirdiğini geçenlerde daha da iyi anladım. Bir arkadaşım var ve fark ettim ki ben onunla ilgili birçok detay bilirken o benimle ilgili hiçbir şey bilmiyor. Sohbet konumuz devamlı kendi hayatı. Yaşadığı ufak aksaklıklar, ailevi sorunlar, işiyle ilgili meseleler her şeyine vakıfım. Söz arasında kendisine birkaç şeyden bahsettiysem de bakıyorum bir dahaki karşılaşmamızda hepsini unutmuş. Oysa kafamızda sadece kendi hayatımız olduğu ve karşımızdakini dinlemediğimiz sürece küçük ayrıntılarda boğuluyoruz ve sahici ilişkiler kuramıyoruz.
Özellikle daha baskın mizacı olan kişiler daha sakin ve uyumlu görünen mizaçtaki kişilerle kendi merkezli bir iletişim kurabiliyor. Sanki sadece kendi yaşadıkları, kendi sorunları, kendi hayatı önemliymiş gibi davranabiliyor. Konuşmak da bir beceri bildiğiniz gibi hem de önemli bir beceri. Ağzı iyi laf yapmak toplumda kişiyi bir adım öne çıkarabiliyor. Grup içerisinde de bu kişiler konuşmalarıyla dikkatleri üzerine topluyor. Baştan bunun iyi bir meziyet olduğunu düşünsem de sonradan tehlikeli olduğunu gördüm. Dilini tutmak, az konuşmak dinimizde hoş görülürken süslü kelimelerle kendini öne çıkarmak, fazla konuşmak hoş görülmüyor. Dili insanın belası olabiliyor. Üstelik kişinin bunu fark etmesi de zor olabiliyor. Hazır cevap olmayı, üste çıkmayı, lafımızla insanları şaşırtmayı bir meziyet sanabiliyoruz. Espirili olmakla alaycı olmayı, lafı gediğine koymakla kırıcı olmayı karıştırıyoruz. Ve böyle yapan, bir şekilde yanlış da konuşsa kendini dinleten insanlar karşısında toplum olarak sessiz kalıyoruz. Bunun sonucunda kıvrak ve pervasız bir konuşma biçimi olan kişiler haksız da olsalar haklıymış gibi görünüyor. Doğrunun ve hakikatlerin sesi kısılıyor. Adam yaptığı ahlak dışı davranışı açık gözlülük, akıllılık gibi gösterip ulu orta anlatabiliyor ve kimseden çıt çıkmıyor.
Bahsettiğim olumsuz örnekler can sıkıcı olsa da bu tarz iletişim biçimleri bize esaslı bir ilişkinin ve konuşma biçiminin önemini anlatıyor. Bizi dinleyen ve konuşma şehvetine kapılmayan tanıdıklarımızın bizim için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gösteriyor. Gözlerimizin içine bakarak “Nasılsın?” diyenlerimizin kıymetini artırıyor. Kalp kalbe doğru akıyor ve insan kendine yakın birini bir şekilde buluyor. Kalu beladan tanışık olduğumuzdan mı bilinmez birkaç görüşmeden sonra yıllardır emek verilmiş bir dostluk kadar yakın dostluklar da kurulabiliyor. Bütün kederler, düşünceler karşılıklı masaya yatırılıyor. Hayata benzer bakan gözler birbirinin gözünün içine baktıkça huzur buluyor.
Dostluk nimeti için, konuşabildiğimiz için, birbirimizi dinleyebildiğimiz için ve dahi kalplerimize koyduğu muhabbet için tüm bunların esas sahibine şükürler olsun. Etrafımızda Allah için konuşup Allah için susanlar çoğalsın. Rabbimiz bizi de onlardan biri kılsın.
ZEYNEP ODABAŞ