Değişim İçin Zihin Temizliği
Uzun bir yolculuk sırasında, olağan kavgalardan birine daha şahitlik ediyorduk. Zaten sıkışık olan otobüste kendine yer açmaya çalışan bir kadın ve kadının o sıkışıklıkta gelmesinden rahatsız olan bir erkek, bir süre sonra hepimizin duyacağı ve aynı zamanda rahatsız olacağı bir kavgaya tutuşmuşlardı. Birbirlerine, öfkeyle ağızlarına geleni söylüyorlardı ve taraflardan biri bile, alttan alıp kavgayı bitirmeye niyetli değildi. Bir ara kadın;
-Karşında bir kadın var dedi, kavga ettiği adama.
-Öyle mi ? dedi adam. Ben karşımda hiç bir kadın göremiyorum.
Onlar kavgalarına devam ederken, bu cümle beyninde dolanıp durmaya başlamıştı bile…
Bir süredir, hanımlarla eğitimler ve seminerler dolayısıyla bir aradayız. Çoğunlukla annelikten bahsetsek de, birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz hususlardan biri de elbette karı koca ilişkileri oluyor. Yaptığımız okumalarda salt, çocukları anlamak üzerine değil, kadın olmak vurgusu üzerine de konuşma fırsatımız oluyor. Nihayetinde ben de, toplumsal kodlardan ziyadesiyle etkilenmiş biriyim. Her birinin hislerini ve yaşadıklarını anlayabiliyorum.
Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğim üniversiteli genç kızlarla konuştuğumuz “ Kendinle yüzleşme” sohbetinde, onlara bir sevme rehberi hazırlamıştım. Onlardan biri de “ Kadın Olmayı Sevin” başlığı idi.
Uzun zamandır niyetlerimden biri, bu konuda bir dizi yazı yazmak. Zira, konuşmalar da tartışmalar da, aynı yerden olmaya devam ediyor ve her iki cinste kendini fazlasıyla yorgun ve değersiz hissediyor.
Karşısında bir kadın göremeyen erkeklerle, kadın olmayı çokta sevmeyen kadınların, “ Birbirinizi sevin” kalıbından çıkarak, anlaşıldıkları ve güvendikli bir dünyada kendileri olabilecekleri gerçeği üzerinden yola çıkarak yazmayı planlıyorum. Amacım bir tarafı yüceltip diğerini yermek değil elbette… Sadece yüksek sesle, sorular sormak istiyorum.
Zira soru sormanın problemi çözmek için atılmış en büyük adım olduğunu düşünüyorum. Dilerim düşündüğüm gibi faydalı ve en önemlisi kendimizi sorgulamamıza vesile bir yazı dizisi olur.
**
Değişim dediğimiz şeyin kavramlar üzerinden şekillendiğine inanıyorum ben. Zihnimizde çocuk, kadın ve erkek kodları nasıl yer alıyor önce bir görmeliyiz.
Diyelim ki çocuk dediğimizde; ayak bağı, ömür törpüsü, huysuz, yaramaz
Kadın dediğimizde; ezik, köle
Erkek dediğimizde; aldatan, zulm edici, güvenilmez gibi kodlar varsa zihnimizde, çocuğa, kadına ve erkeğe dair söylenen bütün cümlelerin geri bildirimi “ ama “ ile karşılık bulacaktır.
“ Güzel diyorsunuz ama bizim çocuk, anlamaz bu söylediklerinizden”
“ Ama benim annem ne zulumlar çekti”
“ Ama, benim kocam zor” gibi geri bildirimler alacağınızdan hiç şüpheniz olmasın.
Bunu erkeklerde kendilerine sorabilir. Elimize bir kalem kağıt alıp, bu kelimelerin zihnimizdeki hallerine bakmak en sağlıklı yol olacaktır. Böylece algımızdan yola çıkarak oluşturduğumuz yargımızı değerlendirmek çok daha kolay olacaktır diye düşünüyorum.
Bu kodlar elbette kendi başına yer almadı zihnimizde. Yaşadıklarımız, bir çocukken bize davranılma biçimi, ailenin, kadına ve erkeğe biçtiği roller, ailemizin ve etrafımızdaki insanların evliliği dillendirme ve anlamlandırma biçimleri, bu kodların şifreleri oldular. ( Şimdi bizim çocuklarımızın kodlarını inşa ediyor olduğumuz gibi)
Dolayısıyla, zihninde olumsuz bir kodla yer alan biri ile ilişkimiz her zaman güvensiz olacaktır. Halbuki güven, teslim olmayı içerir. Tıpkı kendimize suya bırakmak gibi. Oysa, güvensiz bir ilişkide taraflar, suda çırpınmanın yorgunluğunu yaşarlar genelde.
Çocuğuyla güvensiz bir ilişki kuran annenin ya da eşiyle güvensiz bir ilişki kuran kadının yorgunlukları hep bu çırpınma hallerindendir.
Çoğu zaman bunun adını koyamadığımız için, yüzeysel değişimler yapmaya çalışıyoruz elbette. Ama kültürel kodlarımız, yaşadığımız korkular, teslimiyeti, teslim olmak gibi algılamamıza sebep olabiliyor. Halbuki teslimiyet rıza iledir, teslim olmak ise, bir savaş sonrası gönülsüzce ve güvensizce kaybettiğini ilan etmek.
Okuduğu bir yazıyı, kitabı, yorumu büyük bir öfke ile karşılayanların zihnindeki kodlara bakmaları gerekir. “ Buna bu kadar öfkelenmeme sebep olan şey nedir?” diye kendimize sormadan, kısır döngüden çıkmamız pek mümkün gözükmüyor bu şartlarda.
Burda mesele, kimin daha yaralı olduğunu bulmaktan ya da bir sanık bulmaktan öte, birbirinin yaralarını sarıcı ve sürecine tanıklık edici bir yolculuğa çıkmayı göze almak.
Yoksa, ne söylersek söyleyelim, zihninde erkeği ve kadını olumsuz bir kodla yerleştirmiş bir kadın, değersizlik duygusundan öteye geçemiyor.
Ve zihnindeki kavramlara dokundurmayanlar, her iyi niyet cümlesini saldırı ve savunma ile karşılamaya devam ediyor.
Dediğim gibi değişim ve yüzleşme önce kavramlar üzerinden bir temizleme ile mümkün. Zira kirlenmiş bir algı ile inşa edilmiş kavramlar, okuduklarını da duyduklarını da o algıya hizmet ettirmeye çalışacaklardır. Temiz bir algı ise, eşyayı yeni tanımaya çalışan bebekler de olduğu gibi, merakla ve şevkle yola çıkma vesilesi olacaktır.
Önce zihnimizdeki kiri, pası atalım sonra kadın olmayı sevmek adına yol almaya devam edelim inşallah…
Tuğba Akbey İnan